REKLAM Reklam REKLAM
  1. Anasayfa
  2. Sanat

Osman Hamdi Bey Eserleri ve Hayatı Hakkında

Osman Hamdi Bey Eserleri ve Hayatı Hakkında
Osman Hamdi Bey Eserleri ve Kaplumbağa Terbiyecisi Tablosu

Osman Hamdi Bey Eserleri ve Hayatı

Eğitim Hayatı

Osman Hamdi Bey 1842 yılında doğmuş ve 24 Şubat 1910 yılında İstanbul‘da vefat etmiştir. Arkeolog, ressam, müzeci ve aynı zamanda Kadıköy’ün ilk belediye başkanıdır. Hukuk eğitimi için Fransa’ya gitmiş, ayrıca o dönemin ünlü ressamlarının yanında çıraklık yaparak, ressam olma yönünde büyük başarı göstermiştir. Bu yazımızda Osman Hamdi Bey eserleri ve hayatı hakkında bilgiler mevcuttur.

Kariyeri

1869 yılında Bağdat Yabancı İşler Müdürlüğü’ne atanmıştır. 1871 yılında ise İstanbul’a dönmüş ve sarayda çeşitli görevler yapmıştır. 1881’de Müze-i Hümayun’a atanmasıyla Türk müzeciliği inanılmaz bir ivme kazanmaya başlamıştır. 1883 yılında Güzel Sanatlar Akademisi, Sanayi-i Nefise Mekteb-i Alisi’ni ve İstanbul Arkeoloji Müzesi’ni kurarak, bu kurumlarda bizzat müdürlük görevi yapmıştır. 1884 yılında antik eserlerin yurt dışına çıkarılmasını yasaklayan Asr-ı Atîka Nizamnâmesinin çıkarılmasında baş rol oynamıştır.

Osman Hamdi Bey’in Portre Tablosu, Ressam: Emmanuel de Dieudonné, 1884
Osman Hamdi Bey’in Portre Tablosu, Ressam: Emmanuel de Dieudonné, 1884

Batılı anlayışla figürlü resmin ilk temsilcisi; müzeci, arkeolog ve Sanayi-i Nefise Mektebi’nin kurucusu bir Osmanlı aydını olan Osman Hamdi; 20. yüzyılın son döneminde, sanat ve kültür alanında yenileşme ve batılaşma akımının öncüsü olmuştur. Son çağın en seçkin siması ve gerçek anlamda uluslar arası ün kazanmış bir sanatçımız olan Osman Hamdi; 24 Şubat 1910 tarihinde İstanbul’da vefat etmiştir. Ölümü tüm yurtta ve dünyada derin bir üzüntü ile karşılanmıştır.

En Ünlü Eseri Kaplumbağa Terbiyecisi Tablosu

Osman Hamdi’nin en ilgi çeken ve özgün eserlerinden birisidir. 1906 tarihli eser, özellikle “Lale Devri”ndeki “Sadabad Eğlenceleri”nde geceleri bahçelerin aydınlatılması için kaplumbağaların sırtlarına mumlar dikilerek serbest bırakıldıkları bilgisi bir ipucu olabilir. Yani Osmanlı’nın devlet düzeninde “kaplumbağalar” da “kapıkulları” arasında yer almışlardır.

Kaplumbağa Terbiyecisi
Osman Hamdi Bey Eserleri – Kaplumbağa Terbiyecisi Tablosu

Bu arada birkaç Osmanlı kurumunun (Sanay-i Nefise, Asar-ı Atika Müzesi, Duyun-u Umumiye, vb.) en üst düzeyinde yönetici olan Hamdi Bey’in kendi iş yapma alışkanlığı/tarzı ile astlarının yaklaşımlarına ilişkin bir allegori akla gelmektedir. Osman Hamdi’nin kendisi olan “Terbiyeci” elinde neyi, boynunda maşası sırtında “keşkül-ü fıkarası” (dervişane bir tevekkülü akla getirmektedir. Hafif öne eğilmiş olarak yapraklarını yiyen üç kaplumbağaya nezaret etmektedir.

Arkada kalan iki kaplumbağa ise yemeğe yanaşmaya çalışmaktadır. Osman Hamdi’nin mesai arkadaşlarına yönelik acımasız, ümitsiz bir hicvi olarak yorumlanabilir bir resim bu… Önemli olan, alçaktaki tek ışık kaynağından gelen ışıkla aydınlanan resmin, öğelerinin ilgiyi konuya odaklayan bir yalınlık ve kurgu ile her tür gereksiz ayrıntının ayıklandığı çok başarılı bir bir başyapıt olmasıdır.

Uzun süre işadamı Erol Aksoy’un koleksiyonunda bulunan tablo Erol Aksoy’un varlıklarına TMSF’nin el koymasıyla geçici süre devlete geçmiştir. Eser Aralık 2004’de açık arttırmaya çıkarıldı. Türk resim sanatının en yüksek bedeline çıkan fiyatla Suna Kıraç-İnan Kıraç Vakfı kuruluşu Pera Sanat Müzesi açık arttırmayı kazandı.

Tablo bugün Suna Kıraç-İnan Kıraç Vakfı Pera Sanat Müzesi’nde sergilenmektedir.

Osman Hamdi Bey Eserleri

Sizler için Osman Hamdi Bey eserleri arasından dünyaca ünlü tablosu “Kamplumbağa Terbiyecisi” başta olmak üzere, eserlerini içeren bir galeri hazırladık.

Osman Hamdi Bey: Le tumulus de Nemroud-Dagh Kitabı (1883)

Lagina Antik Kenti Kazıları

Osman Hamdi Bey ve ekibi Lagina kazılarında
Osman Hamdi Bey ve ekibi Lagina kazılarında

Lagina’yı, 18. yy’dan itibaren kadar pek çok seyyah ve araştırmacı ziyaret etmiş ve bazıları burada kazılar yapmıştır. Burada detaylı kazı ve araştırma yapanlardan birisi de Osman Hamdi Beydir. Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde, 1891-1892 yıllarında, aynı zamanda ilk Müzecilerinden birisi olan Osman Hamdi Bey, Lagina Hekate Kutsal Alanı içinde, propylon, tapınak ve stoada kazılar yapılmıştır. Osman Hamdi Bey 1892 yılında o güne kadar toplanmış ve iki yıl içerisinde kendisinin bulduğu heykel ve kabartmaları İstanbul Arkeoloji Müzesi’ne götürmüştür. Kabartmalar arasında en önemli grubu Lagina Hekate Tapınağı’nın frizlerine ait, dört yönünde dört ayrı konunun betimlendiği kabartmalar oluşturmaktadır. Bu eserlerin Osman Hamdi Bey tarafından İstanbul’a götürülmesi sayesinde, Lagina’nın heykeltıraşlık eserlerinin yurt dışına gitmesi önlenmiştir.

Osman Hamdi Bey’in Fotoğrafları

KAYNAKLAR: 1 2 3 4 5 6 7 8 9

REKLAM Reklam REKLAM
  • 10
    sevdim
    Sevdim
  • 6
    alk_lad_m
    Alkışladım
  • 0
    e_lendim
    Eğlendim
  • 1
    be_endim
    Beğendim
  • 2
    _rendim
    İğrendim
  • 0
    d_nceliyim
    Düşünceliyim
  • 1
    k_zg_n_m_
    Kızgınım!
İlginizi Çekebilir

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yorumlar (3)

  1. Sayfaya yorumlarınızı veya eklenmesini istediğiniz bilgi taleplerini yazabilirsiniz.

  2. 23 Aralık 2018

    İşte ‘Osman Hamdi efsanesi’ de aramızda dolaşan belalılardan. Öyle ki, dini bütün bazı kişiler bile onu neredeyse evliya katına çıkaracak komikliklere tevessül ediyor, Batılılardan aferin almak için yaptığı özenti resimlerine kılıflar bulmak için seferber oluyorlar.

    Hem de dinle diyanetle en ufak bir alakası olmadığı, hatta ateist olduğu halde! Bana inanmayan, Edhem Eldem’in Osman Hamdi Bey Sözlüğü’ndeki “Din” maddesinde yazdıklarına baksın ve utansın (Kültür Bakanlığı: 2010, s. 173-176).

    Hem de iki karısını da Fransızlardan seçtiği ve evinde Fransızca konuşmayı tercih ettiği halde!

    Hem de kendisini Müze Müdürü yapan velinimeti Sultan 2. Abdülhamid’e –haşa huzurdan- ‘havyan’ dediği bilindiği halde!

    Hem de alafranga giyinip alenen içki içmek, dindarlarla ‘yobaz’ diye alay etmek gibi gayet İslamcı(!) meziyetleri bulunduğu halde!

    Ve hem de resimlerinin hiç birinde İslam’a bir din olarak saygı göstermediği, aksine bir resminde ’emir’ dediği bir genci yüzükoyun sedire uzatarak Kur’an okuttuğu, bir başkasında ise Bursa’daki Yeşil Camii’nde iki açık kadına tambur ve def çaldırdığı halde!

    Ve dahi hem de asıl isminin Yaratılış olduğunu öğrendiğimiz tablosunda mihraba arkası dönük bir şekilde Kur’an rahlesine oturttuğu Ermeni kızın ayakları altına Yüce Kitabımız Kur’an-ı Kerim’i attığı halde!

    Evet bütün bunları ve daha fazlasını yaptığı halde hala Osman Hamdi’yi ‘Efendim, o kendi zamanındaki din algısını eleştirmek için, Kur’an’a sırtınızı döndünüz, haliniz bu demek için yaptı’ demenin akılla, mantıkla, dindarlıkla bir alakası bulunmuyor ne yazık ki.

    Bir ressam düşünün ki, milletin vatan ve bayrak sevgisini yeterli bulmadığını, onlara lakayt kaldıklarını göstermek için ayyıldızlı bayrağımızı bir kadının ayakları altında çiğnetsin ve biz de bunu alkışlayalım! ‘Adama bak, ne müthiş bir ironide bulunmuş’ diye bayrak aşkından dem vuralım! Olacak şey mi?

    Ama oluyor: Kur’an’ı, Ayet el-Kürsi yazılı mihraba sırtını dönmüş, başı açık ve göğüs dekoltesi bile bulunan, rahlenin üzerine oturtulmuş bir gayrimüslim kadının ayakları altına atan bir ateisti milletin Kur’an’a bigane kalışından içi sızlayan bir evliya gibi göstermek için tevil tevil üstüne çevirenler çıkıyor ne yazık ki.

    Bu toprakların çocuğu değil

    Sanat tarihçilerimizden Zahir Güvemli bundan 64 yıl önce hakkında neler yazmış, kulak verelim:

    “Hamdi Bey, (…) bir Avrupalının merak edeceği, görmekten hoşlanacağı konuları işlerdi. Yani bu toprakların çocuğu olarak değil, bir seyyah gibi görürdü.”

    Kendi ülkesini bir Avrupalı gibi görmek, bu toprağın bir çocuğu olarak değil, bir seyyah gibi tarihine ve kültürüne bakmak… İşte ressam Osman Hamdi buydu.

    Güvemli’nin tespitlerini Osman Hamdi’nin ağabeyi İsmail Galib’in torunu olan Prof. Edhem Eldem de doğruluyor (cümle bozukluğu toruna ait):

    “Osman Hamdi, Fransız kültürü, sanat dünyası, resim, klasik Grekoromen medeniyeti gibi olguların etrafında inşa edilen bir kimliğe sahip olarak gayet “alafranga” ve kosmopolit olarak tanımlanabilecek bir zihniyetin hakim olduğu bir profile sahipti. İdeolojik olarak ise ülkesine karşı duyduğu hislerin vatanperverlik ile medenileştirme misyonu arasında gidip geldiğini, daha sonra gelişecek olan millî ve milliyetçi hislerin kendisinde pek mevcut olmadığı göze çarpmaktadır.”

    Demek ki bu topraklarda bir “seyyah” gibi yaşayan ve kozmopolit ve alafranga bir zihniyete sahip, kendini halkı medenileştirmekle görevli sayan bir tip karşısındayız.

    Güvemli haklı olarak ressamlığından ziyade müzeciliğinin önemli olduğunu söyler. Peki zannedildiği gibi ülkemizin arkeolojik eserlerinin yurt dışına kaçırılmasına mani olmuş mudur?

    Arkeoloji çevrelerine hakim olan yaklaşım, Osmanlı padişahlarının eski eserlerin Avrupa’ya kaçırılmasına göz yumdukları ama Osman Hamdi’nin buna engel olmak için çırpındığı şeklindedir. Oysa yakınlarda Pera Müzesi tarafından yayınlanan Osman Hamdi Bey ve Amerikalılar adlı kitapta bizzat eski eserlerin kaçırılmasına göz yumduğu, hatta kaçırılmasına gayret ettiğine dair deliller sunulmuştur.

    Yaşar Yılmaz’ın Anadolu’nun Gözyaşları adlı kitabı ise arkeolojik eserlerimizi kaçırmak isteyen yabancıların Sultan ve Sadrazamdan çok Osman Hamdi ile aralarını hoş tuttuklarını, başta Milet, Bergama, Assos’tan çıkanlar olmak üzere birçok kültürel değerimizi yurt dışına onun zamanında kaçırdıklarını gözler önüne serer.

    Eski eser Kaçırılmasına göz yumdu

    Osman Hamdi eski eserlerin kaçırılmasına göz yummakla kalmamış, bizzat Beyrut’taki Danimarka Konsolosu’nu ziyaret ederek kendilerine Maraş yakınlarındaki bir Hitit ören yerini kazma izni vermeyi teklif etmişti. Hatta Batılılara şirin gözükmek için yaptığı oryantalist tablolardan birini Pennsylvania Üniversitesi sırf onu tavlamak için satın almış, Osman Hamdi de bu itibarlı ödüle ‘son derece değerli çivi yazılı tabletlerden seçme bir koleksiyon’ hediye ederek karşılık vermişti!

    İşte bir mektubunda ABD’li J. Haynes, Osman Hamdi’yi ziyaretinden sonra Amerikan Arkeoloji Birliği Başkanı Norton’a şunları yazıyordu:

    “Güzel görüşmenin sonunda yanından ayrılırken Hamdi Bey kendiliğinden ‘Şu Assos’ta duran şeyleri ne zaman alacaksınız?’ diye sordu. Sorusunu, ‘Ekselansları ne zaman izin verirlerse’ diye yanıtladık. Buna cevabı ‘Verdim bile’ oldu.” (Nakleden: Yılmaz, age, s. 244)

    Verdim bile, aldım bile… Ve bu yağma böyle devam edip gitti.

    Osman Hamdi bırakın eski eserleri kurtarmayı, tam tersine yurt dışına kaçırılmasına çanak tutmuştu.

    Batı bizden birini kolay kolay yüceltmez. Yücelttiklerinden mutlaka ya bir çıkarı olmuştur ya da olacaktır. Devrinde “Osmanlıların en Parislisi, Parislilerin en Osmanlısı” diye namı çıkan Sakız Rumlarından İbrahim Edhem Paşa’nın oğlu Osman Hamdi’yi yeni bir gözle değerlendirmenin zamanı geldi de geçiyor bile.

    Edhem Eldem biraz dersine çalışsaydı keşke!

    Prof. Eldem Osman Hamdi Bey Sözlüğü’nde (s. 492) Yaratılış tablosunda görünen bir kitap adını benzete benzete “Sakiyâ Mevlâ”ya benzetmiş! Neyse ki bir türlü çözemediğini itiraf etmiş! “Sakiyâ Mevlâ” ne demek yahu? “Mevlâ’nın Sakisi” mi? Hiç yakışmadı. Bir iyilik edeyim de Prof. Eldem sonraki baskıda düzeltsin. “Mevlâ” diye okuduğu kelimenin “Muni” olduğu ya’nın üzerindeki noktadan belli. Lam değil, nun o harf. O zaman kitabın adı Sâkya Muni oluyor, yani Buda’ya verilen isim. Sakya kabilesine mensup bilge anlamında. Zaten yerde duran bir başka kitabın ismi de Zend Avesta değil mi? Biraz dikkat mirim!

    Bu yazı Mustafa Armağan’ın kişisel web sayfasından iktibas edilmiştir.

  3. 4 Kasım 2019

    Hocam çok teşekkür ediyorum. Ben bu bilgiyi arıyordum. Rabbim sizi iki Cihânda aziz eylesin inşallah. Selâm ve dua ile.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

REKLAM Reklam REKLAM